1970’lerde insanlar bir lokma bir hırka demiş, hippi olmuş,” savaşa hayır” demiş. 1980’lerde yuppi olmuş, gösteriş ve caka satmış, hayatı abartmış. 1990 larda insanlar sorgulamış, denmiş ve ciddileşmiş. Şimdi Milenyumla beraber 2020’lerdeyiz. Kuşaklar değişti, yaşamlar değişti, beklentiler değişti. Sosyal medya ve yaygın internetle artık bilgiye ulaşmak kolay. Para çok basit ve garip yollardan kazanılabiliyor, buna karşın klasik işler ve yatırımlar vasat kazançlar sağlıyor.
İnsanlar mutlu ve huzurlu olmak istiyor ancak başaramıyor. Sebepler muhtelif ancak sıralarsak: Başkaları ile mukayese, dikkat dağılması, duyguların azalması maddiyatın ön plana çıkması, hayatın sanallaşması, eskiden çok mana ve değer yüklü şeylerin sıradanlaşması geliyor. Bunları biraz açarsak, mutluluğa ve iç huzura erişmeye engel olan faktörleri kaldırmaya çalışabiliriz.
Başkaları ile mukayese, sosyal hayat, alınan eşya ve malzemelerin sürekli olarak tanıdıkların ve çevremizdekilerin sahip oldukları ile mukayese edilmesidir. Hani derler ya “Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” işte tam da budur.Artık herkes maddi gücü olsun olmasın her şeyi kendisine layık görüyor. Kimse kendi sahip olduklarının değer ve önemini bilmeden hep başkalarınınki ile mukayese ediyor. Bunda tabi ki baş suçlu “Sosyal Medya” dır. Çünkü gün içinde sürekli birilerinin sahip oldukları ve ruh halleri ile muhatap oluyoruz. Sosyal medyanın dozu kaçınca aslında biraz da “teşhircilik ve röntgencilik” dürtüleri canlanıyor. Sosyal medyayı yaratanlar bunu hedeflemişler miydi bilinmez ancak, insanların birbirinden etkilenerek tüketim alışkanlıklarını değiştirdikleri muhakkak. Artık nerede ise hiçbir şeyi bize yakıştığı için veya beğendiğimiz için değil, trend olduğu için alıyoruz. Ürün ve hizmet üreticileri de artık çeşitlilik ve ürün gamı yerine trend olan şeyleri üretiyor ve sunuyor. Kendimize sormamız lazım: “Ben bunu mu istiyorum?” “Bu bana yakışıyor mu?” Konuyu bir örnekle özetler isek: Araba almayı düşünüyorsanız, öncelikle içinizden geçeni ve ihtiyaçlarınızı düşünün. Hatta bir arabaya ihtiyacınız var mı? Başkalarının ne düşündüğü ve yaptıklarından çok sizin ne istediğiniz önemli. Direksiyona oturduğunuzda yüzünüzde kocaman bir gülümseme olmayacak veya sizi iyi hissettirmeyecekse, o arabayı almayın.
Dikkat dağılması, artık insanların çok ve çeşitli konularla aynı anda ilgilenmeye çalışmasından kaynaklanıyor. Hayatınızı sadeleştirin. Psikolojide “Algıda seçicilik” diye bir olgu vardır.Insan belki 100 farklı obje içinden birkaç işine yarar şeyi bulup algılayabilir, ancak bu sayı belki 1000 veya 10.000 olduğunda strese girer. Sürekli bir şeyleri kaçırdığını düşünmek yıpratıcı olabilir. Kendinizi savunmanız lazım, bunun için de bizi sürekli bombardıman eden, taciz eden bilgi, görsel, ses ve olayları azaltmamız lazım.
Duygu azalımı doğrudan maddiyatla ilgilidir. Her şeyi para ile satın alamayacağımızı bilmemiz gerekiyor. Mutluluk için bazen hiç tanımadığınız birisine yaptığınız bir iyilik ve o kişinin size minnetini bildirmesi, teşekkür etmesi, yüzünün gülmesi yeterlidir. Kapının önündeki sokak kedisine vereceğiniz bir kase süt ve başını okşamanız bile belki mutlu olmanıza yetebilir.
Sanal dünyayı azaltmak mutluluğa giden adımdır. İnsanlarla chatleşmek veya yazışmak yerine onları arayın, konuşun. Mümkün ise yüzyüze görüşün dertleşin(ama dedikodu yapmayın). Enerjinizin değişeceğini göreceksiniz.
Eskiden çok değer verdiğimiz, mana yüklediğimiz şeyler artık sarf malzemesi gibi olabilir. Mesela karizma yarattığını düşündüğünüz pahalı cep telefonları artık sarf malzemesidir, çünkü maddi durumunuz yetse de yetmese de kredi ile sahip olabiliyorsunuz. Bu şekilde kolaylıkla erişebildiğimiz ne var ise artık değersizdir. Çünkü artık para, kolay erişilebilen bir şeye dönüşmüştür. Unutmamanız gereken meta ve malların esiri olmamanız gerektiğidir. Bunu hep hatırlarsanız ve ona göre davranırsanız mutluluğa ve iç huzura biraz daha yaklaşmış sayılırsınız…